Wednesday, February 27, 2019

LangueD'oc-LinguaOc-DinguaOk-OkDili

TÜRKÇE

Tünaydın,
Ding-ua, daha tanıdık olan Lingua kelimesinin eski hali. Eski Latince'de Dil demek, yani organ olan dil ve konuşma dili anlamında.
Eski Türkçe'de -til-, modern Türkçe'de -dil- kelimesi de ayni anlamdadır, yani organ olan dil ve konuşma dili anlamında.
Ding-(ua) kelimesi Dil kelimesine bence çok benzer. Etrüskçe'den Latinceye geçmiş olabilir.
Alois Vanicek devam ediyor: Lingul-aca: geveze demek, yani sır saklayamayan kişi.
Eski Türkçe'de -dil/til- kelimesi de casus anlamındadır.
Bence sadece kelimenin kökü değil, kelimenin çeşitli kullanımları arasında da Türkçe ile Latince arasında anlam benzerliği var.

Son fikrim:

LangueD'oc-LinguaOc-DinguaOk = Ok Dili olmasın? (Benim fikrim degildir)

*

ENGLISH

Good afternoon,
Oldlatin Din-gua, the old form of Lingua, means tongue and language.
Oldturkish -til- and modern Turkish -dil- mean the same, tongue and language.
We can say, that ding-(ua) and -dil- are similar. From Etruscan into Latin?
Alois Vanicek writes further: Lingul-aca means chatterbox, blabber. Somebody, who can't keep a secret. In Oldturkish -til/dil- means a spy, too.
Not only the root, but also a version of this word is similar, too.

And now an encore:

LangueD'oc-LinguaOc-DinguaOk = maybe Ok Dili? (The Language of the OK people?) (It is not my idea).

*

DEUTSCH

Servus,
Altlatein heißt Ding-ua Zunge und Sprache. Das ist die Altform von Lingua.
Alttürkisch -til- und Modern Türkisch -dil- bedeuten genauso, Zunge und Sprache.
Wir können schon sagen, dass Ding-(ua) ein ähnliches Wort wie -Til/Dil- ist. Vom Etruskischen ins Lateinische?
Alois Vanicek schreibt weiter: Lingul-aca: Plappermaul. Plappermaul bedeutet Plapperer und das  bedeutet, eine/r der/die kein Geheimnis behalten kann und alles weiter erzählt. Im Alttürkisch bedeutet -Til/Dil- auch Spion.
Das heißt, nicht nur die Wurzel, sondern auch eine Version des Wortes ist ähnlich.

Und noch eine Zugabe:

LangueD'oc-LinguaOc-DinguaOk = vielleicht Ok Dili (Die Sprache des OK Volkes?) (Diese Idee gehört nicht mir).


Uzunbacak Adem



Friday, February 22, 2019

Olumlu ve Olumsuz Gelecek Tasarımları

Şimdi, okuyan, ütopya ve distopia (veya anti-ütopya) kelimelerini tanıyacaktır. Ütopya sözcüğü Thomas More'dan kalan eski bir sözcüktür. Ben yeni bir tanımlama yaparak, yeni bir isim vereceğim. Gelecek tasarımları. Aslinda her KB eseri bir tasarimdir. Cogunlukla gelecegi tasarlarlar, yani gelecek KB'dir. Gecmisin tarihi varsa, gelecegin de Kurgu-Bilimi vardir.
KB ender olarak olumlu gelecek tasarimlari yapar. Olumsuz gelecek tasarimlari cogunlukta oldugundan, ben de onlarla baslayacagim. Bu yapitlar bize genelde tehlikelerden bahsederler ve bizlere, onlara karsi koyma bicimlerini ve yollarini ögretmeye kalkarlar. Ilginc olan ise (aslinda hic de ilginc degildir ama, böyle yazdigimda okuyanin ilgisi artmis oluyor) bu korkularin ve tehlikelerin kökünün zamanimizda yattigidir. (Zeitgeist ve KB demistim)
Bu yapitlarin bir ortak özelligi de, yapittaki kahramanin yerine gecmek istemeyesimizdir. Kahraman acinasidir ve ruhsal ve duygusal yönden yoksundur.
Bu KB türünde ilk dikkatimizi ceken yazar, Wells'dir. War of the Worlds'deki Invasion, The Island of Dr. Moreau'daki mutasyona ugramis insanlar, The Time Machine'deki gittikce kötülesen gelecege olan yolculuk (ilk cekilen filmi daha iyiydi), The World Set Free'deki atom enerjisi tehlikesi, ve The Star filmindeki carpisan uzay cisimleri (bunlardan birisi dünyamiz). Hepsi olumsuz gelecek tasarimi'dir. Bir nevi bir mazosist bir yazardir Wells. 
Simdi tarihceden biraz ayrilip (tekrar dönecegim) bir diger anakonuya geleyim. Gelecekteki dünyamizda (dünyalarda) en cok korkulan, uniform-lasmadir. Tek forma girmek/giymek olarak cevirebilecegimiz bu kelime en cok korkulan, özgürlüge en cok ket vuran seydir. Bireysellesmenin hic hazetmedigi birseydir. Dünya ya komunistlesmis ve insanlar hissiyatsizlasmis köleler olarak yasamaktadirlar ya da nazi-lesmis (yine hissiyatsizlasmis) tektip insanlar diger tektip insanlara hükmetmektedirler. Son zamanlarda cevrilen Action icinde KB filmi olan The Island filminde de bu uniformlasma görülür. Eski filmleri pekiyi bilmeyenler, bu filmi örnek olarak alabilirler. Veya Slider dizisini taniyanlar, kötülerin nazilere benzedigini inkar edemeyeceklerdir. Veya en iyisi de simdi ismi aklima gelmeyen, Sly Stallone, Nürnberg dogumlu güzel Sandra ( Never mind the) Bullock(s) ve Blade'in ( bu isme de yakinda deginecegiz) karizmatik canlandiricisi Wesley Snipes'in oynadiklari gelecek tasarimidir. Bu filmde toplumu yönetenler uniforma icindedirler ve „gercek özgür“ -all-american- kahramanlari ( ki bu kahramanlar fare etinden hamburger yapip yiyecek derecede garibandirlar) yoketmek istemektedirler. Star Wars'daki uniformlasma da nazilesmeye karsidir. Kuzey Amerika ve Bati Avrupa kültürünün ana düsmanlari, naziler ve komunistler böylece seytanlastirilmislardir. 
Bir diger olumsuz gelecek tasarimi da „doomsday“ dir. Yani kiyamet günüdür. En önemli temsilcileri de Terminatörler ve Mad Max'lerdir. Teminatörde Doomsday engellenmeye calisilsa da, Mad Max'de olan olmustur. Insanlar bir nevi tasdevri insalari gibi yasamaktadirlar. Arabalarinin benzini hic eksik olmasa da, Kevin Costner'in Waterworld'ünden daha gercekci bir kurgudur ve ondan 1000 kat daha iyidir. Mad Max dizisinde (sosyal) Darwinizm almis yürümüstür. Bu sosyal darwinizme de bir ara el atmak lazimdir.
Maymunlar Cehennemi olarak tanidigimiz (eski filmlerin ilki, son filmden cok daha iyiydi) Planet of the Apes de bu kategoride anilasi eserlerden biridir. Korkulan “uniforma”lasmis “diger” den korkudur. Ayaklar bas, baslar ayak olmustur ve bu da su anda yöneten sinif olan WASP in en büyükkorkularindan biridir. Korkunctur.
Bu kadar iyi filmden sonra tabiy ki John Carpenter Efendimizden bahsetmesem olmayacaktir. Olumsuzlugun, ana dokusu olan “ Escape from LA” ve “Escape from New York” filmlerinin karizmatik kahramani (aslinda gizliden gizliye anti-kahramandir) Snake Plissken hep istemedigi halde kahraman olacaktir. Aslinda cok domestik olan (anti) kahraman hep katakulliye gelerek, (kackere alaya alinip, tuzaga düstügünü saymayacagim) istemedigi maceralara atilacaktir. Simdiye kadar, basta da belirttigim üzere hic kaderine ortak olmak istedigimiz bir (anti)kahraman yoktur. Aslinda, John Carpenteri görsem soracagim soru, yilan Plissken'in niye tek gözlü oldugudur. Ama bunun su andaki yaziyla uzaktan yakindan bir ilgisi yoktur. Snake Plissken'in dis görünüsü aslinda önemlidir benim icin, cünkü sac stili, metin ali feyyaz zamanlarindan kalma, sag bek sac modelidir. Seksenleri sanki geri getirmek ister gibidir. Bu filmlerin ortak yani politik anlamda daha cok sola kaymasindadir. Bu Carpenter siyasi tercihinden kaynaklanir. They Live adli filminde (baska bir yazinin konusu) bunu daha acik ve secik sekilde söyler. Fakat burada amerikan halkinin politikadan nefret emesinin de yansilarini buluruz. Carpenter'in filmleri “herzaman oldugu gibi” bir harikadir. I love this game sözü bu filmlerin ikincisinde ayri bir anlam kazanir.
Bir diger olumsuz gelecek tasarimi ise insanin insanligini ve yarattigi kültürü ve medeniyeti unutmasidir. Buradaki en taninmis yapitlar, Fahrenheit 451 ve 1984'tür. Bunlara benzer bir tema olarak da – batinin bireysellesmesi – karsiti olan A Clockwork Orange'dir. Burada nazi sembolleriyle süslü bir karsi grup vardir kahramanlarimizin karsisinda. Kahramanimiz Alex yakip yikan, döven asagilayan, kural tanimaz bir kisilige sahiptir. Kendinin ve arkadaslarinin en büyük zevkleri orda burda hir cikarmaktir. Ama birgün yakalanir ve beyin yikanmasina maruz kalir. Beethoven müzigi esliginde yikanan beyin, Alex'in kendini yumusak bir narenciye gibi hissetmesine yol acar. (Narenc arapca bir kelimedir ve bati dillerindeki orange kelimesinin atasidir).
Bu arada film hristiyan ögretisini de sorgular. Bu kadar kötü olan Alex de sevilmeli midir, bu mümkün müdür ?
Fahrenheit 451 ise biraz daha sig bir eserdir. Kahramanimizin ismi bir Alman ismidir. Montag, haftanin baslangici olan Pazartesi'nin almancasidir. Montag birseylerin baslangici olmalidir. (Benim de ismim olan Adem, cogu filmde hep baslangic metaforu olarak kullanilmistir). Kitapyakan bir itfaiye-eri olan Montag, gizlice kitap okumaya baslar, kurallari yikar ve kendine yasayan kütüphanede bir yer bulur. Film Kitap yakan Nazilere tabiy ki en büyük göndermeyi yapar. Filmde benim dikkatimi ceken bir yer daha vardir ki, aslinda gittikce hizlanan dünyaya uyum olarak okunabilir. Bu kurmacada durmak yasaktir. Cünkü insan durarsa düsünebilmeye zamani olabilecektir. Bu da istenmeyen bir durumdur. Fakat bu yeni bir düsünce degildir. Türkler bu konuda zaten taninmis tezlerin yaraticilaridir. Bir türkün kafasi mutlaka durularak yapilmasi gereken yerde calismaktadir. Bunu atalarimiz coktan sezmislerdir. 
Düsünceye vurulan/vurulacak gemleri konu alan Bradbury'nin tanimladigi bu vizyonlar gercek olmaya gittikce yaklasiyor. Büyük reklam panolari ve tek rayi olan hafif rayli sistemi öngören Bradbury'yi de burada saygiyla anmak gerekir kanaatindeyim. Hazir F harfindeyken, Fortress filmine kisa deginebiliriz. Bu film de bir olumsuz gelecek tasarimidir. Cin Halk Cumhuriyeindeki kuralin aynisi olan, bir cocuktan daha fazla cocuk yapamazsin kuralini isteyerek veya istemeyerek (bu acikliga kavusmaz) kirmak isteyen Brennick cifti sucüstü yakalanir. Sinema tarihine “en güzel gözlü erkek” oyuncu dalinda onlarca oskar alabilecek oyuncu olarak gececek(gesmis) olan Lambert Christopher ise öyle cabuk pes edecek gibi degildir. Ailesi icin sonuna kadar savasir ve tabiy ki esinin de yardimiyla, onlarin rüyalarini ve düsüncelerini kontrol eden sistemden kendini ve ailesini kurtarir. Yapit aslinda türdeki klasik örneklerden biridir. Sadece politik mesaj verme derdi vardir. Böyle bir gelecek istenmez. Insanin insanligini kaybetmesi istenmez. Sonucta iyiler kazansa da, gelecegin kötü olacagi gercegi degismez. Yanlis hatirlamiyorsam dogan cocuk-Brennick da Isa gibi bir ahir benzeri biryerde doguyordu. 
1984 ise tamamen karamsar ve ne yaparsan yap, kurtulamazsin seni bekleyen kaderden, tadindadir. Big brother is watching you cümlesi de bu yapittan alinmadir ve en kalitesiz ve seviyesiz,geyik yapitlarin dogmasina sebebiyet verdiginden, üzerine yorum yapmayacagim.
Bu derinlikten sonra biraz daha siglasarak, Judge Dredd filmine gelebiliriz. Judge Dredd'in dünyasi cok sevimsizdir. Herkes herkesi öldürmek ister. Simdiki durumun eyleme gecirilmis seklidir. Bu filmden aklimda kalan tek sey Rico'nun (Armand Assante) biladeri Dredd'e (Sly Stallone) ölmeden kisa bir yüre önce söyledikleridir. Söyledigi hersey dogrudur. Simdi sizlere ne söyledigini tam olarak veremsem de, hayat üzerine yaptigi konusma, Blade Runner'daki hayat üzerine konusmalara benzer ama onlardan daha sigdir. Kahramanimiz her zamanki caresizdir ve prensip ugruna biladerinin ölümüne sebep olacaktir. Oysa ki, onu da biladerini de yaratan ayni sistemdir. Ama sistemi biraz olsun elestiren ve ona soru soranlarin sonu hic degismez. 
Benim burada, beni duygusal yönden cok etkileyen bir filmden bahsetmem gerekecek. Logan's Run filmi, seyrettigim ilk KB filmlerindendir. 1976 senesinde yapilan film, bircok filme örnek olusturmustur. Filmde dünyanin geri kalanindan koparilmis, izole edilmis bir toplumdan bahsedilir. Sanirsam kaynak yetersizliginden, orada yasayan herkes 30 yasina geldiginde öldürülür. Buradaki herkes, ölünce tekrar dirilecegine inanmistir, bu yüzden güle güle ölüme giderler. Bazisi ise, bunun ardina yatan gercegi tahmin ettiginden, postu ucuza vermeye niyetli degildir. Iste bu “kacak”lari yakalayan Michael York da, kacinilmaz sondan kurtulamayacaktir. Bunun üzerine kendisi de bir kacak olur. Bu gibi olumsuz gelecek tasarimlarinda önemli olan, yeni toplum nasil olmalidir veya bu sistem nasil ayakta kalmalidir sorularidir. Harry Harrison'un Soylent Green'inde ise ölen insanlardan daha iyi yararlanilmistir. Ölenlerin etlerinden köfte yapilmaktadir. Filmde dikkati ceken ve beni yipratan sey bir domates ve et parcasina abartili ilgidir. Polis Thorn (Charlton Heston) din-siyaset-firmalar ücgeninde aradigi cevaplari öyle kolay bulamaz. Film aslinda bu yazida tanimladigimiz filmlerin hepsinden daha gercekci bir tasarimdir.
Blade Runner da bu kategoriye giren filmlerdendir ve benim en cok sevdigim filmlerden bir tanesidir. Kitabini da okudum, fakat söylemeliyim ki, film benim daha cok hosuma gitti. Yönetmen Ridley Scott (Alien) tabiyki ustaligini konusturmustur. Filme gelince: Harrison Ford hic de uzakta olmayan bir gelecekte, 2019 senesinde, yasakli androidleri (replikant, copy) avlar. Bladerunner'in anlami bicak-sirti veya göt-alti bir hayat süren anlamina gelebilir. Eski Britanya'da sanirsam polis memurlarina verilen isimdir. Judge Dredd'deki polis, yargic ve cellat üclemesi yerine burada polis, dedektiv ve kafa avcisi üclemesi yaratilir. 3 neden hep sihirli bir sayidir? Cünkü hristiyan kültüründe 3'lü olan hersey kutsaldir. Bu deyis, hristiyan ülkelerde taninan bir deyistir. Ücleme herseye, daha önce sahip olunmayan bir kutsallik verir. Film Noir (Kara film) türündeki bu filmde yagan yagmur ve karanlik, hastalik, (metusalem hastaligi denen, cabuk yaslanma hastaligi ve 3ncü erkegin suratindaki cicek bozugu, filme daha agir bir atmosfer kazandirir) filmin ana konusunu öylesine etkiler ki, kasvet filmi cok ciddiye almaniza sebep verir. Filmin en önemli özelliklerinden biri yasami laiklestirmesidir. Yani dinden ayirmasidir. Tanrisiz ve yeni tanrilarla bir yasam yaratma ve yoketme olasidir. Karakter Deckard tipik olarak özenilecek bir insan degildir. Hissiyatsiz,acimasiz ve soguk biridir. Bu onu gelecek nesillerin, kaybolmus neslinin bir nevi atasi yapar. 4 seneyle sinirli olan yasamlariyla androidlerin aslinda bizden cok az farki vardir. Bizim insanlarin da, sinirli bir hayati vardir ve bunu kimse degistiremez. Görüldügü üzere film hayatin anlami nedir geyigine girip, bir daha da cikamaz. 
Burada kisaca X-Files dizisinden de bahsedebiliriz, tamamen KB olmasa da, bazen cok fantastiklesse de dizi benim cok severek izledigim bir dizidir. Sempatik Scully ve Mulder bize dünyamizin kac bucak oldugunu gösterirler. I want to believe cümlesi de hafizalara kazinmistir bu diziden sonra. Yakin gelecekte, uzaylilarla anlasan bir grubun kontrolü elden kacirmasi üzerine, dünyamiz cehenneme dönmeye baslamistir bile. Bunu durdurabilecek herhangi bir güc kalmamistir ve Invasion ( gecen yazimin konusu) baslamistir. 
Bu kadar olumsuz gelecek tasarimlarindan sonra, biraz da Happy End olsun diye olumlu tasarimlara gelelim. Star Wars'in adi olumsuz olan Death Star gemisinden gelse de, film umut veren bir anlatiya sahiptir. Düsmanlarin her koldan üzerine geldigi Luke Skywalker ve arkadaslari Han Solo, Ben-Obi-wan-Kenobi ve hemsiresi Lea ve babasinin biraraya getirdigi iki robot (yani anlasilacagi üzere herseyden yararlanilarak olumsuzluga karsi koymak) amaclari olan ,herseyi olumlu yönde cevirmeye muvaffak olacaklardir. Burada politik olarak okunacak cok önemli bir nokta vardir. Filmi benim icin daha ilginc halegetiren nokta, (Nazilesmis) Imparatorlugun baskici rejimine karsi, demokrasinin temsilcisi Prenses Lea (Hem demokrasi hem prenses nasil olur demeyin, örnegin Hollanda'ya veya Danimarka'ya bakin) ve kural tanimaz Han Solo ile karsi cikan, bilmeden soylu Duke Luke'un savasidir. Kuraltanimaz Han Solo ile ahlakci Lea ayri dünyalarin insanlari olsalar da, birbirlerine saygilari sonsuzdur ve Han Solo erkelerin arasinda sansli olanidir. Luke o kocaman galakside bula bula kiz arkadas diye kizkardesini bularak, lotoda jackpotu kazanmanin bile milyarlarca kat daha zor olan bir isi basarir. 
Olumlu gelecek tasarimlarinin ve yazimin son örnegi olan Star Trek'e gelmis bulunuyorum. Star Trek'i zamanlara ayirmadan inceleyecegim. Yani Kirk, Picard, Janeway komutanlari en azindan bu yazimda biraradaylarmis gibi yazacagim. 
Star Trek ilk defa Eylül 1966'da tvlerde gösterime girdi. Uhura'nin, yani bir zenci'nin bu dizide oynamasi, güney eylatlerini protestosuna carpti. Güney Eyaletleri (The South will rise again) irkciligin yogun ve aktüel oldugu yerlerdir ve bu yüzden bu WASP lar ve DigerBeyazlar – white anglo-saxon catholics – bir zencinin bir beyazla ayni göz hizasinda bulunmasini istememislerdi. Ama James Tiberius Kirk bu tabuyu coktan kirmisti. Bir beyazin, bir siyahi öptügü ilk filmdir Star Trek. T. Kirk, Uhura'yi öperek, bu dizinin ana cizigisini vurgulamisti. Dizi cok önemlidir, cünkü bircok kültürü icinde barindirir, Rus'u, Japon'u ve hatta Afrika'lisi Beyaz Insanla ayni Stage'de at oynatabilmektedirler. Bu dizide kesinlikle en cok göze carpan, Amerikan toplumundaki seksüalitenin cok iyi bir sekilde izlenebilmesidir. Mini etekli -disi- Uhura yerini, pantolon giyen, erkek gibi davranan kadinlara birakmistir. 7 of 9 bile seksüelligini üniformasinin altinda gizler. Hep patlamaya hazirmis gibi olan cinselligi, hep kontrol altindandir. Riker biraz olsun cinsellikten haz alsa da, Janeway ve Chakotay'in asklari bir lise flörtünü animsatir. Gerci bu isin uzmani degilim ama, Amerikan toplumunun cinsel ve dinsel yönden hep daha cok kapanmaya basladigini düsünüyorum. Steril yerlerde, steril asklar yasayan halk, tabii ki kahramanlarini da böyle görmek isteyecektir. Önemli olan Gene Roddenberry'nin bu karakterleri yaratirken ki amacidir. Diger WASP ve WASP olmayan hristiyanlarin tersine, gene kültürler catismasini, kültürlerin beraber yasamasiyla birlestirebilmistir. 
Bu her acidan cok önemlidir. Seyredenlerin dünyaya baska bir gözle bakmalari amac edilmemisse bile böyle bir etki yaratilmistir. Yine de tabiy ki Beyaz Adam üstündür, digerlerine cocuklarmis gibi davranarak, iyiyi dogruyu ögretmek istemistir. Ama en azindan irkcilik cok yumusatilmistir. Bu da az görünen bir olgudur. Sonucta gelecek o kadar da kötü degildir ama gecmis gibi tekerrürden ibarettir. 
Ha bu arada Fransiz Picard'in emri altinda calisan, Geordi La Forge, 1977 yilinda Kunta Kinteyi oynamistir. 


Yazan ve derleyen : Nam-i Diger Uzunbacak Adem Subat 2008

Kurgubilim – Kurgu-Bilim – KB – in Hikayesi

Bu yazimda sizlere kurgubilim tarihini ve/ya hikayesini anlatmak istiyorum. Isin geyigine de kacacagimiz icin simdiden türk sanat/ci tarihinin en geyik cümlesiyle baslamak istiyorum: Ben kendimi bildim bileli kurgubilimle (müzikle, resimle, vs.) ugrasirim. Ilkokuldan önce, oturdugumuz evin tuvaletinin disarda olmasi nedeniyle, disariya cikmaya korkardim aksamlari, ama bu sayede, beni korkutmaktan sadistce zevk alan ablam yüzünden, kurgubilimle tanistim. Ilginc bir sekilde ablam bana, canavar, öcü vs. gelecek dememisti, onun yerine uzaylilar gelirler, seni alirlar ,dedi, ve ben o andan itibaren sadece bu uzaylilari düsünmeye basladim, komik olarak hep cirkin, iri-yari, tehlikeli yaratiklar olarak düsledim onlari. Sanirsam gayri-ihtiyari, bilinmeyeni böyle tanimladim. Bu insanin geregi mi yoksa? Bilinmeyen hep cirkin, korkunc, tehlikeli, hesaplanamaz ve farkli mi?
Evet bu olgu insani hep takip etmis, bilinmeyen hep mesgul etmis, onu tanimlamaya, siniflandirmaya ve zayif yanlarini da bulmaya ve onu yenecek, yokedecek yöntemler ve yollar bulmaya itmistir. Bense bu siniflandirmayi simdi daha da derinlestirip, sizlere anlatmaya calisacagim. Sezdiginizden eminim simdi, evet politiklesmeye basladi yazim, dediniz bu söylemi tanirim, dediniz, evet kesinlikle anladiginiz sey dogru. En bas kural sudur, kurgubilim politiktir. Olabilecek en politik edebiyat türüdür desem, abartmis olabilirim, ama kurgubilime fazla deger biri olarak, sanirsam, kendime abartma izni verebilirim. Guliver bile kurgubilimi bilerek ve isteyerek politik olarak kullanmistir, örnek verecek olursak. Örnek vermek de gerekli, cünkü anlamayi kolaylastirir: Memnun olmadigi politik düzenii, sosyal düzeni, bilimsel düzeni hikayeleri, seyahatleri ile yermistir. O zamanin politikacilarini, bilimadamlarini, insanlarini bu sekilde hissttirerek ve kendini tehlikeye atmadan yermistir. Ve Kurgubilim tarihi boyunca bu sürekli böyle olacaktir.
Seyahat bilimkurgu nun köküdür, belkemigidir, özüdür desem de abartmis olmam.Geziye cikan geri gelir, vatana dönüsü mutlaktir, geri döndügünde ya kendisi cok degismistir ya da eski vatani, ama geri dönüs bakidir. (Ödipus da geri döner, belki o zamandan beri geri dönüsler moda olmustur).
Geri dönmeyen iki karakter tanirim, ikisi de delikanlidir: Nemo ve Tarzan. Ikisi de dönmez, dönenle de görüsmez. (Fakat burada tekrar konuyu bölmem gerekecek, Tarzan iyi bir insanken, Nemo ne iyidir, ne kötüdür, ya da her ikisidir, böyle insan bulmak da cok zordur, o yüzden Nemo cok özeldir). Son zamanlarda hep bu ikisini topluma kazandirmaya calisan hikayeler yazilmis ve filmler yapilmistir ama itibar görmemistirler.(Anakin bile eski gezegenine geri döndürülmüstür ve bu onun sonunun baslangisidir.) Bunu bir yere yaz. 
Ama seyahat cift yönlüdür, beyaz adam gider gezer fetheder, space opera olur ya da diger dünyadan yabancilar gelir ve buralari gezerler ve fethederler, invasion, olur. Bu da benim inceleyecegim ilk tür olsun. Bunu tanimlayan terimler ve benim cocukkenki korkuma benzer korkulardan türetilmis terimlerdir, ben yaparsam iyi olur fethetmek, digeri yaparsa kötü olur, cünkü en iyi, en gelismis, en olumlu özellilere sahip olan benim. Bu Hacli Seferleri zamaninda da böyleydi, simdi de böyle. 
Seyahat (gezi) edebiyatini sevmemin en önemli nedeni de sanirsam budur. Kütüphanemde en azindan 30 kadar seyahat/ani kitabi vardir ve bunlari okumak, en azindan kurgu-bilim kitabi okumak kadar zevk verir bana. Johannes Schiltberger adli Alman'in Osmanli ülkesi ve orada yasayan halklar ve orada yasayan fantastik canlilar hakkinda yazdiklari, en esasli kurgu-bilim/fantastik yazi edebiyati meraklisini bile dumura ugratabilecek kadar delikanlidir. (Türkler ve Tatarlar arasinda – 1394 – 1427 – Iletisim Yayinlari)
Kurgu-bilimin diger edebiyat türlerinden en büyük farki, bu edebiyat türlerinin ögelerini özümleyip kullanabilme yetenegidir. Seyahat dedim, hep var, bu seyahat, sosyal hicivle iliskilendirilir (Pohl/Kornbluth – Space Merchants), veya cinayetle iliskilendirilir (Alfred Bester – the demolished Man – bir nokta daha Bester benim icin kurgu-bilimtarihinin en iyi kitaplarindan birini yazmistir, Tiger Tiger, The Stars my destination – intikam ve kan), veya askeri propaganda ile iliskilendirilir ( Heinlein – Starship Troopers ), veya westernle iliskilendirilir, (Space Cowboys filmi adi üstünde)
sosyalizmle iliskilendirilir (Le Guin – Dispossessed) (bu kitabi iki kere okumusumdur, özel bir kitap oldugunu düsünmüyorum ve sanildiginin aksine sosyalizmi bariz kötüleyen bir kitaptir görüsündeyim).
Bu ufak konuyla cok ilgisi olmayan bilgi tomarindan sonra, space opera ya gelebiilirim sanirsam:
Space Opera önemlidir, hacli zihniyetinin devamidir. Heinlein'in Starship Troopers kadar sövenist, militarist, totaliterist bir eser cok az bulunabilir. Filmini izlemisinizdir muhakkak, yazari kadar kafasi karisik olan yönetmenin, hiristiyan sembollerinin yaninda, nazi sembollerini bir potpuri olarak kullanmasi, beni efkardan efkara sürüklemistir, kovboylarin kalede sayica üstün kizilderililere veya haclilarin türklere karsi savunduklari kale metaforu cok cok önemlidir.Burada da bir ayrik otundan bahsetmek lazimdir, adi The Martian Chronicles dir ve Ray Bradbury'nin cok ilginc bir eseridir. Bu eser de Space Opera olmakla beraber, sömürgelerde uygulanan soykirima karsi melankolik bir yorumun örnegi olarak pekala okunabilir.Ama bu cok nadiren karsimiza cikan bir örnektir. 
Diger bir örnek ise Catherine Maclean'in “Unhuman Sacrifice” (1952) romanindaki diger bir gezegende yasayan irki hiristiyanlastirmaya calisan dünya misyonerleri, sonunda bu irkin yokolusunu da hazirlarlar.Bu iki ayriksi örnekten sonra seyahatimize devam edebiliriz sanirsam.
Emperyalist anlayisin ürünü olan uzay destanlari ya da bunlarin benzeri yapitlarda, dünyadan giden öncülerin karsisina cikan alienler, yari bitkimsi, yari hayvansi, ya da extra yetenekleri olan canlilaridir, ucarlar, telepatik gücleri vardir, genellikle ayiran yönleri vurgulanir da vurgulanir, kimi zaman sosyal acidan, WASP'in kabul edemiyecegi bir seksüel yasamlari vardir, ya da kadin erkekten cok daha etkindir, siyasal yasamdaki farklar da vurgulanabilir, despotik olmasi sart gibidir diger uygarligin, sanki despot kelimesi avrupa menseli degilmis gibi, hep bu kelimeyi kullanirlar, hala reel politikada da. Yaniti acik olan tek soru, WASP'in kültürü mü yoksa “yabanci” nin kültürü mü üstündür sorusudur ki, yaniti cogunlukla bastan bellidir, belli edilir. Burada hemen Oryantalizm-Sarkiyatcilik konusuna bir deginmek isterim ki, bence kurgu-bilim (evet bilimkurgu degil, kurgu-bilim) okurunun bilmesi gereken diger bir politik daldir. Kitapcilarda Said, Thierry Hentsch, Rana Kabbani gibi yazarlarin bulunmasi ve okunmasinda büyük yarar vardir, cünkü kurgu-bilim, hep dedigim gibi, politiktir ve Zeitgeist'i yansitan en iyi edebiyat türüdür. Bu konuya da gelecegiz.
Kurgu-bilimin derdi, tutarli bir gelecek tahmini yapabilmek degil, icinde yasanan dönemin sorunlarinin kendince üstesinden gelebilmektir. Kendince üstesinden gelebilmek de, dedigim gibi kacmak-seyahat etmekle olur, bu yüzden kurgu-bilim de kacanlarin, seyahat edenlerin sevdigi ve tutundugu bir edebiyat türüdür. 
Ilk örnek Georges Melies'nin Le viyage dans la lune'dur (aya yolculuk,1902). Jules Verne'in De la terre a la lune (1865) ve H.G. Wells'in The first men in the moon (1901) romanlarindan yola cikmistir. Ilk örnektir, komiktir, deneme seklindendir, yanilma olmustur, ama o zamanki sinema seyircisi eglenmek istiyordu, bu yüzden de eglendiricidir. Otomobilin de kesfinden sonra, hizlanan yasam, Walter Booth (ingiliz yönetmen) un The “?” Motorist filminde bir sekilde aynada gösterilmistir, ne demistik, Zeitgeist. 
1910'da, 1903'te cevirdigi The great Train Robbery filmiyle ilk “gercek” Western filmini yapan Porter, A Trip to Mars'i cevirmistir (Western ve Kurgu-Bilim etkilesimi ve uyumu).Bu filim aydaki agac-canavarlarla güresen bilimadaminin hikayesidir. Bu filim de komiktir. Bu arada birinci ve ikinci dünya savaslari dünyayi etkilemistir, tabii ki kurgu-bilimi de, ama bu simdiki konumuz degil.
1930-1950 yillari arasindaki zamanda inceleyecegimiz ilk filim ise Things to come'dir. Yönetmen Menzies ve Wells'in ortaklasa yazdiklari kitap, seyahatin bir yere degil, zamanda ileriye dogru oldugu bir kitaptir. Wells'in sosyalist icgüdüleri ile olusan hikayedeki kapitalizm, totaliterizm ve ikinci dünya savasi, gercek dünyadaki eslerinden de asagida kalarak, gercegin ne kadar aci oldugunu o zamanki,bunu anlayabilecek seyirciye ilk uyari olarak vermistir. Ayrica efektleri sadece King-Kong tarafindan asagilanabilmistir o zamanlarda. Ama aya yolculuk da bu hikayenin sonunda tekrar kaleme alinmis, ve kacmak yine bir cözüm olmustur. 
Otuzlarda Amerikan filimleri, genellikle Mad Scientist etrafinda dönmüstür cogunlukla. 
Ama 1938'de radyodan bir Invasion haberi alan amerikali medya izleyicileri, New Jersey'e inen uzay gemisinin haberini aldiktan sonra, büyük bir panige kapilmislar, gizlenecek yer aramaya baslamislar, marketleri yagmalamislar, telefonlari kilitlemislerdir. Halbuki Orson Welles'in okudugu bir kurgu-bilim kitabindan, Wells'in Dünyalar Savasindan baska birsey degildir. O zamanlardaki “savas korkusu” invasion olarak geri dönmüs ve halki birkac dakika icinde felc etmeye yetmistir. Zeitgeist.
Bu arada Flash Gordon'u da anmak gereklidir. Hemen hemen 30larin ikinci yarisi ve sonlarindan sonra ilk önce Mars'i daha sonra da Kainati ele geciren, gezen gelen Gordon, cinselligi de kesfediyordu. Seksi kahraman ve seksi kiz arkadasi, daha sonralari, Galaktika'da, Star Wars'da, Matrix'de de karsi cikacak, her basarili erkegin arkasinda, bir kadin durur (bazen de durmaz, hareket eder) geyiginin kurgu-bilime uygulanmasini kolaylastiracaktir. Bu diziyle western ahlaki ve mitosu kurgu-bilimle birlestirilecek, ve space cowboy yaratilacak ve artik kurgu-bilim all-american olacaktir, all-american-hero'larla birlikte.Tabii ki Flash Gordon aslinda bir deryadir, oryantalistler ve tarihciler icin bir deryadir, sinirsiz bir kaynaktir.
Savastan sonra 1945-1950 yillari arasinda kurgu-bilime bir ara verilmistir.
50ler Space Opera nin gelistigi yillar olmus, olgunlasmaya baslamistir. McCarthy zamaninin anti-komunist etkileri, zaten tanidik olan cadi-avini tekrar baslatmis, kizil sacli cadilardan, kizil derililerden, kizil yildiza bir evrim gecirerek, tarihin ne kadar ilginc oldugunu bizlere kanitlamistir.
Ve devamlilik tarihin özüdür, tarih tekerrürden ibarettir geyigi de, burada bahsedilmek zorundadir.
!951 yilinda C. Nyby'nin The thing from another world, (bakiniz the thing, kurt russel) “the other” yani baska ötekini göstermis ve kendinden olani,olmayana karsi uyarmistir. The Other konusu cok derin bir konudur, baska bir yazinin konusudur. Bu filmle birlikte, McCarthy cok önemlidir burada, Space Operalar yerlerini, Invasionlara yavasca birakir olmuslardir. Space Operalar ve Invasionlar, az cok cetrefil bir bicimde, püriten kafali bir toplumun (püriten kisaca, calismayi en üst ideal olarak gören ve cok sert bir ahlak anlayisi olan, demek diye de aciklanabilir, protestan hristiyanlarin bir icadidir ve katoliklerle hic bir alakasi yoktur), yanlis davranislarina Tanri'nin verdigi bir ceza olarak algilanan olasil nükleer felaketten duydugu korkuyu dile getirdikleri gibi, bastirilmis korku, alabildigine histerik bir yansitmayla siyasal rakibin (komunizmin ve Rusya'nin – fakat sadece bu yillarda düsman sayisi azdir, daha sonra düsman sayisi cokca artacaktir, klingon olacaktir, hatta volkanli Spock'un milleti ( Mogol-türk ve cinli yansimalari) bile ilk baslarda cok dostane olmayacaklardir) somut varliginda sekillenmistir. The Thing from another world'de, filmin son mesajini kahramanimiz su mesaji verir: Keep watching the Skies ( gözünüzü göklerden ayirmayin – bu sözü biryerlerden tanir gibiyim, ama neyse, su anda konumuzla ilgisi pek yok), bununla rusya'dan gelecek istilacilari mi (yildiz savaslari projesi icin henüz cok erken), uzaydan gelecek belalari mi, yoksa Tanri'nin bir mucize isaretini mi beklememeiz gerektigi pek belli degildir, muglaktir.Bu yillarda kurgu-bilim filmlerinde kötü niyetli bircok ziyaretci dünyamizi ziyaret etmistir. Her birinin kendine özgü fantastik yetenekleri vardir ve yine bütün bu yeteneklere karsi – ister bilimadamlari (cogunlukla WASP) uzun bir deneme yanilma yöntemi sonucunda bulsunlar ya da ister doga dogrudan alien'lerin imhasini gerceklestirsin – bir panzehir mutlaka vardir. Kizil sacli cadimiz, kizilderilimiz ve kizil yildizimizdan sonra, kizil gezegen mars da burada cok ilginc bir metafor olarak karsimiza cikar. Ingilizcesi Red Scare olan Kizildan korkmak olarak cevirebilecegimiz bu olgu, It came from outer space (1953), Invaders from Mars ( 1953) ve 1977 cekimini belki tanidiginiz ( Donald Sutherland'li olan) Invasion of the Body Snatchers, hem komunizme hem de nazizme biraz tas atar. 1953 yili cok verimli bir yil olmustur, ve hemen sonra 1956 da Wells'in War of the Worlds ( Tom Cruise'un 21. yy versiyonu cok hosuma gitmistir) hikayesi film olmus, ve dinsel mesaj iceren kurgu-bilim filmlerinin en taninmislarindan biri olmustur. Ici bosalmis ( Body Snatchers vücudun icini bosaltirlar) ne demektir, dinsiz, ahlaksiz bir toplum, degersiz bir toplum demektir, bunun hangi kizil toplum oldugunu söylemeye sanirsam artik gerek kalmamistir. 
Bu yillarda japon sinemasinda da bir KB hareketliligi vardir fakat tanimadigimiz sularda balik tutmanin kimseye bir yarar getirmeyecegi kanaatinde oldugumdan, bu konuyu es gececegim.
1960 lara da geldik. 1964 yilinda Robinson Crusoe on Mars filmi yapilmistir, Daniel Defoe'nun metnine özünde bagli kalinilmakla beraber, space opera olarak denenmistir. Gercek hikayedeki tehlikeli yamyamlarin yerini burada ucan dairelerle gezegene inen ve kölelerini ender bulunan madenlerde calistiran varliklar almistir ve bu kölelerden biri olan Freitag, kacip Robinson'a siginir ve dünyadan yardim gelene kadar birlikte Mars'in kötülerine karsi direnirler. Bu giris yapmak icin gereken bir filimdir ama bu yillarda en önemli filimlerden biri Dr. Strangelove, or how i learned to stop worrying and love the Bomb dur. Büyük usta Kubrick ,asil adi Red Alert olan romani, komedi olarak cevirerek, Peter Sellers (Pink Panther) i sanat dünyamiza kazandirmistir. Bu 60 larin genel karakterini, genel karakterin olusmasindan önce tasimistir, silahlanmaya karsi konmasi ve komunizmin artik cok cok kötü olmadigi bir dönemin isaretlerini vermistir. Bu yillarda (1962) Bruce Willis'in 12 Maymun filminin atasi olan,La Jetee filmi cevrilmistir. Zaman icinde yapilan yolculuk, hicbirseyin degistirilemeyecegi hükmüyle sonlanir. Sonra The Time Travellers ve Beyond the Time Barrier filmleri benzer Genre da filmle olmustur. Altmislarin sonunda cevrilen, 2001 A Space Odyssey filmi, üstad Kubrick'in imzasini tasimistir, ve 100 de 100 kült filim statüsündedir. Unutulmaz bilgisayar Hal ve 139 dakikalik filmin sadece 40 dakkasini alan konusma, filmi hatirlamak icin yeterlidir. 
1968 yilinda yapilan, Maymunlar cehennemi'ni bilmeyen yoktur sanirsam. Pierre Boulle adli yazarin kitabindan uyarlanan filmin gidisati ve sonu tam olarak kitapla uyusmasa da, film KB in yüzünü agirtmistir. Kitap benim daha cok hosuma gitmistir.Serinin geri kalan filmleri ilki kadar ilginc olmasa da iyi is yapmis ve “efendi wasp” in facasini iyiden iyiye cizmistir.
1972 de yapilan Tarkowski'nin Solaris filmi (kitabini okudum ve cok sevdim) cok derin bir filim oldugundan, herkes anlayamaz, diyelim ve devam edelim. Bircok kisinin gibi benim de Dogum yilim olan 1973 yilinda, Masterlarin masteri John Carpenter, Dark Star'i yapmistir. Film 60 bin Dolara malolmakla beraber, kült üstü külttür. Dark Star, Dr. Strangelove ve 2001 filmlerinin bir sentezi gibidir. Buradaki parodi, türün o üstü örtük sömürgeci egilimlerine tas atmakla kalmamis, ayni zamanda makine mitosunu da bir güzel sarsmistir. 
1975 yilinda David Bowie'nin oynadigi The Man who fell to earth filmi siradisi birdeney olarak kalmis, vahsi kapitalizmi de yererk aslinda görevini hakkiyla yerine getirmistir.
Tabii ki 70ler deriz de Star Wars demezsek, herkes kendine bir sorar, niye bu filmden bahsetmez Uzunbacak, diye. Tabii ki bahsedecegim bu film(ler)den .Duke-Luke, Darth Vader – Dark Father kelime oyunlari (ve daha bircoklari) ve Han Solo, Ben Obi wan Kenobi gibi biraz dogulu (asyali – bizler gibi), biraz arapcadan kelimelerle, Lucas bize modern Oryantalizmin en iyi örneklerinden birini vermistir. Bir oryantalist icin bir nevi derya olan film (serisi) aslinda baska bir yazinin konusudur. Film pozitif bir gelecek sunarak, o zamana kadarki kliseleri de biraz olsun yikmistir. Spielberg de buna cevap olarak, daha da bir pozitflesmis ve Close Encounters of the Third Kind filmiyle umut yaratmistir kurtulusa.
Sanirsam 80 lerden sonrasi en gencimize bile tanidik geleceginden, daha sonra yazacagim bir konu olarak kalacaktir. Tabii ki, Star Trek (cesitli versiyonlari) Space Opera olarak bizi 80 lerde, 90larda ve 2000lerde de takip ve bazen de taciz etmistir. Fakat bu dizi de bir özel denemeyi haketmektedir.
Bu arada belki bazilarimizin kesinlikle hatirladigi Ay üssü alfa'yi da saygiyla anman gerekecektir.
Simdi konuyu toparlamakta büyük bir yarar görüyorum:
Devamli uzayi, diger gezegenleri taciz eden WASP eninde sonunda Alien'lerin dikkatini cekmis ve bundan hicbir sekilde amused olmayan Alien'ler de ona gününü göstermek icin ellerinden geleni ardlarina koymamislardir. Fekat süper zeki, süper becerikli ve süper yakisikli (bu son özellik cogunlukla cok büyük bir rol oynamasa da, James Tiberius Kirk'e de hakkini vermek lazimdir. Bircok uzayli dilberin kalbini, -yollarda karsilastigi gavur dilberin kalbini kiran ve her zaman da ölümüne sebep olan Tarkan misali- kirarak, irkini en iyi sekilde temsil etmistir) WASP eninde sonunda isin üstesinden gelmeyi basarmistir. Muzafferdir. Ama 2000li yillarda da görecegimiz gibi, karismak kacinilmazdir Alien'le. Alienler diger Alienlerle de karisirlar.Globallesme diye de buna denir, diyebilirim. Ridley Scott'un Alien'i bile, insanla yüzgöz olmus, ortaklasa cocuk bile yapmistir. Fakat bu melez'lerin yasama sansi aslinda yoktan bile azdir. Simdilik.

Yazan ve derleyen: Uzunbacak Adem Ocak 2007

Thursday, February 21, 2019

HappyYULE-MutluYIL

YULE ist wieder so ein Wort aus meiner Lieblingsecke, Wörter mit unbekannter Etymologie.

Zuerst Einträge aus Wikipedia.de:

"Die Etymologie des Wortes bleibt zweifelhaft. "

"Im 13. Jahrhundert berichtete Snorri Sturluson in der Heimskringlasaga von Leben und Taten Håkons I., des Guten (um 920–960). Danach soll Håkon als getaufter Herrscher über Heiden und Christen das heidnische Jul und das christliche Weihnachtsfest auf dem 25. Dezember vereint haben."

"Als Termin des vorchristlichen Julfestes gibt Snorri hier die Mittwinternacht an. Es ist aber nicht sicher, ob Snorris „Mittwinter“ die Mitte des Winters (um den 14. Januar) oder vielmehr die längste Nacht des Jahres, also die Wintersonnenwende, bezeichnete. "

"Im Altnordischen sind júl und jól nachgewiesen, im Finnischen die Lehnworte juhla „Feier, Fest“ und das pluralische joulu „Weihnachten“. In seiner weiteren Bedeutung umfasste auch das altnordische jól ganz allgemein das Festmahl, wie das Kenning „Hugins jól“ („Trinkgelage des Raben“) belegt. Zum selben Stamm gehören als Ableitungen jóln (neutrum plural) „Götter“ und jólnir, ein Beiname Odins, dessen mögliche Bedeutungen „Herr der Götter“ und „Herr des Jólfestes“ umfassen. Die isländische Handschriftensammlung Flateyjarbók (um 1500) berichtet, dass die Heiden das Julfest zu Ehren des Odin feierten."

bis jetzt aus https://de.wikipedia.org/

Meine Meinung dazu: Wie ich lese, benutzt man das Wort auch für Weihnachtszeit, -fest. Weihnachten (also Geburt Jesu) hat ja eigentlich kein exaktes Datum. Die christlichen Gelehrten haben sich im Laufe der Zeit entschieden, am 24./25.. Dezember zu feiern, da die Zeit seit ewigen Jahren bekannt war für die Wintersonnenwende, wo ein neues Jahr beginnen kann. Dann hat man es doch nicht 100 prozentig an diesen Tagen, sondern alibimäßig paar Tage später gesetzt (in westlichen Kirchen). Ich weiß, nix Neues.

Wir können jetzt zum türkischen Wort "YIL" kommen. Der mittlere Buchstabe ist kein "i" sondern ein "i" ohne Punkt. Ich habe ihn im Türkischen und im Russischen ты [y]  (du) gesehen. Ich kann es für deutsche Ohren so evtl. beschreiben: Wenn wir "haben" sagen, lesen wir normalerweise das "e" nicht wie e, sondern wie ein "I" im Türkischen. So lesen wir den Buchstaben "I" im Türkischen, ungefähr. 

Und jetzt das Wort YIL: Es bedeutet im Türkischen "das Jahr". Und das laß man sogar vor 1500 Jahren schon so (siehe Orkhon Steine). 

Es könnte dann sein, dass Nordische Männer YIL von den türkisch sprachigen Nachbarn übernommen haben, die vielleicht den Anfang des neuen Jahres gefeiert haben. Oben lese ich auch noch, dass der Odin den Nickname hatte yolnir = YILineri: mit der Bedeutung der Herr des Jahres (der Herr der (vergangenen) Zeit). Apropos Zeit, klar war es ein Wort aus Pagan-Zeiten der Europäer. (Yol bedeutet auf Turkish "Pfad" and "HEILIG"). Egal!

Ich finde meine Erklärung durchaus vertretbar. Aber natürlich ist es schwierig für alle zu akzeptieren, dass etwas Weihnachtliches oder Nordisches mit den Türken zu tun haben könnte. 

jetzt eine große Zugabe

Wenn ich das finnische Lehnwort "juhla" sehe mit der Bedeutung Feier/Fest, denke ich sofort an das türkische Wort yuğ (bitte lesen: yuuh). Yuğ bedeutet Trauerfeier. Yuğ kommt vom Wort ağla- (lese aahla) und das bedeutet "weinen". Auch eine mögliche Verbindung?

.

P.S.: Ich sehe oben ein echtes türkisches Wort: Hakon. Hakan heißt auf Türkisch seit eh und Je "der König". Hakon I, der Gute bedeutet dann der erste gute König.

*

I love such words with uncertain etymology. Hier is one: 

YULE

Forst of all I want you to read wikipedia:

"The etymology of this word is not certain." (findable only im German version)


"The word is attested in an explicitly pre-Christian context primarily in Old Norse. Among many others (see List of names of Odin), the long-bearded god Odin bears the names jólfaðr (Old Norse for "Yule father") and jólnir ("the Yule one"). In plural (Old Norse jólnar, "the Yule ones") may refer to the Norse gods in general. In Old Norse poetry, the word is often employed as a synonym for 'feast', such as in the kenning hugins jól (Old Norse "Huginn's Yule" "a raven's feast").[5]"

"The Saga of Hákon the Good credits King Haakon I of Norway who ruled from 934–961 with the Christianisation of Norway as well as rescheduling the date of Yule to coincide with Christian celebrations held at the time. The saga states that when Haakon arrived in Norway he was confirmed a Christian, but since the land was still altogether heathen and the people retained their pagan practices, Haakon hid his Christianity to receive the help of the "great chieftains". In time, Haakon had a law passed establishing that Yule celebrations were to take place at the same time as the Christians celebrated Christmas, "and at that time everyone was to have ale for the celebration with a measure of grain, or else pay fines, and had to keep the holiday while the ale lasted."[12]

Yule had previously been celebrated for three nights from midwinter night, according to the saga. Haakon planned that when he had solidly established himself and held power over the whole country, he would then "have the gospel preached". According to the saga, the result was that his popularity caused many to allow themselves to be baptised, and some people stopped making sacrifices. Haakon spent most of this time in Trondheim. When Haakon believed that he wielded enough power, he requested a bishop and other priests from England, and they came to Norway. On their arrival, "Haakon made it known that he would have the gospel preached in the whole country." The saga continues, describing the different reactions of various regional things.[12]"

until now by https://en.wikipedia.org/

Now to my idea:

When we read this, we know then that the word YULE is used also for Christmas. Christmas (The Birthday of Jesus) has no certain date. In the History, the Christian scholars have decided, that the Birthday was on the 24./25. of December (in the west Churches). It is almost the same date like the "winter solstice". Ok, nothing new.

Now comes the turkish word "YIL". The letter in the middle is not an "i", no. It is an "I", an "i" without dot. Similar to Russian ты [y] (meaning "you"). It is like the "e" in driver, or "a" in liar for English Ears.

YIL means "year" in Turkish. A 1500 years old word, that you can find on Orkhun Stones, too. And we know YULE has something to do with the time.

It could be possible, that the Norsemen took this word from Turkish speaking neighbors, who knew the winter solstice and was celebrating that, too. It is definitely about time, it is possible that the Norsemen celebrated the beginning of the Year.
And the last point i want to write. I read above, that Odin has/had the nickname yolnir.
Yolnir could be the same word like YILineri, that means The Master of the year or the Master of the past time. This word dates back to the pagan period of the "European" People. (By the way, YOL means in Turkish also "the path" and, and, and "the Holy"). A very unimportant point.

I think, my explanation is considerable. It is hard to accept it, that something dealing with the Vikings and Christ, is Turkish originated.

And now a big ENCORE

The Finnish loanword "juhla" means feast. The Turkish word Yuğ (read it like Youu) means "funeral service". It comes from ağla- (to cry, to weep) and determines the people crying at your funeral. Possible, too? Anyway!

.

P.S.: I see above a 100 % Turkish word called: Hakon. Hakan means "the King" ever since. 
Hakon I, the Good means "the first good King".


*

Kökeni bilinmeyen kelimeleri çok severim. Bunlardan biri de

YULE

Ilkin vikipediye baktım:

https://tr.wikipedia.org

"Yule, Jul veya Yul; Cermen halkları tarafından kutlanan antik bir pagan kış festivali. En uzun gecenin yaşandığı ve günlerin uzamaya başladığı gün olan kış gündönümünün kutlandığı bir bayramdır.[1] Hıristiyanlığın yayılması ile birlikte Yule adı 11. yüzyıldan sonra İngilizcede Noel anlamında da kullanılmaya başlanmıştır.[2] Yule, günümüzde bazı neopagan gruplar tarafından kutlanmaya devam edilir.[3]"
"Sözcük Eski Norsçada Jol şeklindedir.[4] Sözcük Anglosaksonlarda ilk olarak aralık ve ocak aylarını kapsayan iki aylık dönem için kullanılıyordu.[2] Örneğin bazı takvimlerde aralık ayı "Ærra Gēola" (Yul öncesi), ocak ayı "Æfterra Gēola" (Yul ertesi) olarak adlandırılır."

Almanca ve Ingilizce yazılan yazılar daha uzun, ben özetleyebilirim. 

Almancası'nda diyor ki: kökeni bilinmiyor. 

Sonra devam ediyor: 

13. yy'da Snorri Sturluson anlattığı efsanede, Kral I. Iyi Hakon bu günün, yani YULE'nin, hem hristiyanlar hem de kafirler ( o zamanın hristiyan olmayanları) için kutsal gün olmasına karar veriyor. 25 Aralık artık hem Noel hem de YULE kabul ediliyor. Zaten Isa Peygamber'in doğum günü tam olarak bilinen bir tarih olmadığından, hemen hemen eski pagan günlerinden kalma gün dönümünün tarihine yakın bir tarih belirliyor Batı Kiliseleri. 24./25. Aralık tarihi de ordan geliyor olmalı. Yeni bir  bilgi değil, biliyorum. Yazarımız Snorri bize Kış gündönümünü Kutsal Gün olarak bildiriyor. YULE'nin tam tarihini veremese de. 

Sonra vikipedi bize YULE kelimesinin kökenini açıklamaya çalışıyor. Bunları geçiyorum. 
Merak eden, Ingilizce ve Almanca yazılardaki notları yukarıda okuyabilirler. Hep zamanla ilgili bir kelime olan YULE (ki eski halleri YUL ve YOL) Orkun Taşlarında bile adı geçen, yani en az o kadar eski olan,  YIL kelimesinden geliyor olabilir. 

Benim açımdan önemli olan Odin in lakabı: Yolnir. YILIN ERI (YOLUN ERI) kelimelerinin sıkışmasından oluşabilecek bir kelime. Yani geçen zamanın kralı anlamına gelebilir. Yol Türkçe'de sadece yürünen yol anlamının yanında, bir de "kutsal olan" anlamı vardır bu arada.  YOLNIR aynı zamanda ODIN'in kutsallığını belirtmek istiyor da olabilir. 

AMA vermek istediğim bir bilgim daha var:

Fince'deki alıntı kelime "juhla" (okunuşu yuğla) bizim Yuğ kelimesine çok benzer. Buradan da bir bağlantı olabilir. Almanlar cenaze töreni ile evlilik töreni'nin Türkçe'deki gibi hissiz bir kelime olan tören gibi bir anlamı olan "feier" ile  betimlerler. Yani kutlanan cenaze mi evlilik mi mühim degildir. Ingilizce'de örnegin, cenaze icin "feast" kelimesi kullanılmaz. Neyse, demek istediğim, Fince juhla (okunuşu yuğla) ile bizim yuğla-mak arasında da bir bağ olabilir. Akrabayiz ne de olsa! 

.

P.S.: Ha, unutmadan! Yukarıda ben bir 100 de 100 Türkçe olan bir kelime görüyorum. Hakon, yani Hakan. 
Ilginç mi ilginç!

Uzunbacak Adem

*Bu arada o kadar YUL YOL YIL dedim, Yul Brynner'a burdan bir selam göndereyim.

Julböcke als Schmuck für den Weihnachtsbaum-Bock ist auch in den altaiischen Religionen  heilig.

pliny-mieotis-region-and-its-nations

  * Pliny writes about some tribal names near Lake Mieotis. The interesting ones for me are: Sauromatæ Gynæcocratumeni (the husbands of the ...